Komuta Kontrol Nedir?
Komuta Kontrolün çok farklı tanımları olmakla beraber genel olarak askeri literatürde aşağıdaki gibi tanımlanmıştır: “Vazifenin yerine getirilmesi için askerî faaliyetlerin planlandığı, yönlendirildiği, koordine, icra ve kontrol edildiği bir süreçtir. Bu süreç; bilgi toplamak ve analiz etmek, yapılacak görevleri planlamak, emirleri yayımlamak ve faaliyetlerin icrasına nezaret etmek için gerekli hususları kapsar.” "Komuta" kelimesi komutanın liderlik vasfını öne çıkaran ve emretme yetkisini ifade eden genel bir anlama sahiptir. "Komuta" kuvvetlerin veya kaynakların vazifenin başarılması için kullanılması, sevk ve idaresi ile faaliyetlerin koordinesini kapsayan yasal ve kurumsal dayanağı olan emretme yetki ve sorumluluklarının bütünüdür. “Kontrol”, yürütülen bir faaliyetin doğru ve uygun olarak icra edilip edilmediğinin denetlenmesi, tahsis edilmiş kuvvetlerin ve kaynakların sevk ve idaresidir. "Kontrol" komutan tarafından kullanılan bir yetki olmakla birlikte, bu yetkinin kullanılmasında komutanın karargâha ihtiyacı vardır. Askeri tarih bilimcilerinin deyimiyle “komuta” sanat, “kontrol” bilimdir. Komutan, bilgisiyle, ileri görüşlülüğüyle, cesaretiyle, iradesiyle, adaletiyle, tutum ve davranışlarıyla, birliğine örnek olan ve sahip çıkan, onu en kritik anlarda dahi peşinden sürükleyerek bu sanatı uygulayan kişidir. Komutan nadiren önceden bestelenmiş besteleri icra eder, komutanlığın sırrı tüm eylemlerinin yeni bir beste kıvamında olmasıdır.
Muharebe sahası idare süreci özünde insan iradesi olması sebebiyle dinamik ve tam olarak tahmin edilemezdir. Muharebe sahası her zaman rasyonel pratiklerle ve bilindik denklemlerle açıklanamaz. Güvenlik ortamı her zaman ayrı ve yepyeni bir ilişkiler kümesi, başka bir esinti ve icra edilen faaliyetler de ilk kez çalınan beste gibidir. Harbin sevk ve idaresi eyleminin sorumlusu olarak her komutan kendi ölçeğinde bilimin ürettiği meslek pratiklerini sanatkârane bir incelik ve titizlikle kullanmak durumundadır. Komuta kontrol; komutanın ne yapılması gerektiğini anlamasını ve ona uygun ne tür önlemler alınması gerektiğini görmesini sağlayan araçtır. Komuta-kontrol bazen, bir harekâtın planlanmasında hareket tarzına karar verme biçiminde kendini gösterir. Bazen, acil eylem tatbikatlarında olduğu gibi, önceden uygulanan bir ön koşullu tepki şeklini alır, böylece komutakontrol tedbirleri bir kriz anında refleks olarak uygulanır. Bazı komuta - kontrol türleri o kadar hızlı ve kesin bir doğrulukla gerçekleşmelidir ki, yalnızca bilgisayarlar yardımıyla gerçekleştirilebilir; uçuş sırasında güdümlü bir füzenin komuta ve kontrolü gibi. Komuta kontrol, komutanın organizasyon, iletişim, liderlik, planlama, karar verme, bilgi yönetimi becerilerini bir arada bulunduran teori ya da teoriler bütünü olarak da ele alınmaktadır.
Komuta Kontrol ve Tarihten Notlar
Komuta Kontrolün sanat boyutunu üzerinde barındıran “komuta” yeteneği; tarihin en ünlü komutanlarını yetiştiren Türk milletinin tabiatı ve gelenekleriyle tamamen örtüşen liderlik sanatıyla anlamını bulmaktadır. Türkler sadece komuta etme sanatı ile ön plana çıkmamıştır; aynı zamanda komuta-kontrol vasıtaları olarak bilinen ve çağının ilerisinde teknik ve usuller geliştirmişler ve savaşlarda başarıyla uygulamışlardır. Teşkilatlanma, planlama, haberleşme ve sevk idare anlamında somutlaşan Komuta Kontrol örneklerinden öne çıkan bazılarına hadi gelin tarihin sayfalarını çevirerek bir göz atalım.
Tarih boyunca “Ordu-Millet” olarak adlandırılan Türkler; başta Asya Kıtası olmak üzere Avrupa ve Afrika dâhil geniş coğrafyalarda çok sayıda devlet kurmuş, çeşitli yabancı kavimler, milletler ve devletler üzerinde hâkimiyet sağlamışlardır. Bozkır yaşantısının hareketli ve güçlü olmayı gerektiren zorlu şartları, Türkleri dayanıklı ve mücadeleci bir millet hâline getirirken güçlü ve iyi teşkilatlanmış ordular kurmalarında da önemli bir etken olmuştur.
Büyük Hun İmparatoru Mete Han tarafından M.Ö. 209 yılında ilk defa teşkilatlı bir ordu kurulmuş ve bu tarih Türk Ordusunun ve Türk Kara Kuvvetlerinin kuruluş tarihi olarak kabul edilmiştir. Mete Han’ın kurduğu ordu 10’lu teşkilat sistemine göre oluşturulmuştur. Türk Ordularına zaferler kazandıran bu teşkilat yapısı, komuta kontrolün en önemli ögelerinden biri olan teşkilatlanma fonksiyonu ile açıklanabilir. Mete Han ile tarih sahnesine çıkan bu teşkilatlanma modeli günümüze kadar uzanan yelpaze içerisinde hüküm süren diğer Türk devletleri ile süregelmiş, özellikle Göktürkler, Uygurlar, Selçuklular ve Osmanlılar döneminde Türk Ordusu dünyanın sayılı ordularından birisi olmuştur. Büyük Hun imparatoru Mete Han disiplinli bir ordu elde etmek amacıyla katı disiplin kuralları koymuş ve birliklerinin sadakatini ölçmek için inanılması güç sınavlar verdirtmiştir. Islık çalan bir ok icat etmiş ve bu oklarla okçu atlı birliklerine eğitim yaptırmıştır. Islık çalan ok haberleşme ve düşman üzerinde korku yaratma amacıyla kullanılmıştır. Büyük Hun İmparatorluğunda haberleşme aracı olarak elçi ve ulakların dışında askeri haberleşmede sembol ve işaretler de kullanılmıştır. Bunlar, bayrak, davul, boru ve oktur. Özelikle orduda, gece davul ve boru, gündüz bayraklar kullanılmıştır. Savaşlarda davul, bayrak ve borularla haberleşme sistemi tarih boyunca Hunlardan Göktürklere onlardan Osmanlı İmparatorluğuna kadar tüm Türk devlet ve imparatorluklarda görülmüştür.
Eski Türk devletlerinin önemli sembolleri arasında yer alan “Savaş alametleri”, aynı zamanda bir savaş aleti idi. Bu alametler savaşlarda çeşitli görevler üstlenmekteydi. Uçlarına atkuyruğu bağlanmış olan tuğlar, savaşta ordu düzeyindeki birliklerin yerlerini ve hareketlerini gösterirken, askerî müzik topluluğu (tuğ takımı), ordunun hareketine bir düzen verirdi. Başkomutan olan hakanın yanında olan ve onun komutlarına göre çalınan “Hakani Kös” de yüksek sesi ile ordunun hareketlerini yönlendiren bir diğer çalgıdır.
Büyük Hun ordusu, Çin ordusunu M.Ö. 203 yılında Pe-teng kalesi çevresinde 400 bin atlıdan oluşan ordusuyla kuşatmıştır. Bu kuşatma esnasında kuzeyde yağız atlılar, batıda ak atlılar, güneyde doru atlılar, doğuda kır atlılar bulunuyordu. Atların dizilişleri Türklerde yönlerin renklerle temsiline uygunluk gösteriyordu. Çünkü eski Türklerde batı ak, doğu gök, kuzey siyah ve güney kırmızı renklerle sembolize ediliyordu. Bu anlayışa uygun olarak atların bu renklere en yakın olanları belirtilen yönlere dizilmişti. Yön ve renklere göre dizilen atlar ve atlılar karışıklığı önlemek, uygulanacak taktikleri başarmak açısından da önem taşıyordu. Bu diziliş şekli içinde bulunulan dönem dikkate alındığında komuta kontrolün mükemmel bir uygulaması olarak kabul edilebilir.
Yazılış itibarıyla dünyanın en eski askerî strateji kitabı olarak kabul edilen Sun Zi’nin Savaş Sanatı eserinin, sadece Çin’de değil, bozkır kavimlerince de bilindiği kabul edilmektedir. Sun Zi’nin başta bozkır kavimleri üzerine yaptığı gözlemler ve dönemin casus raporlarından ve kroniklerinden yola çıkarak oluşturmuş olduğu bu askerî ilkeler, zamanla öğretiye dönüştürülüp askerî okullarda komutan adaylarına bir ders kitabı olarak okutulmuştur. İlerleyen yüzyıllarda kimi önemli filozoflarca da yeni yorumlarla zenginleştirilip günümüzde bir klasik halini almıştır.
Orhun yazıtları, Türklerin bilinen ilk Alfabesi olan Orhun alfabesi ile Göktürkler tarafından yazılmış yapıtlardır. Orhun yazıtları ile Sun Zi’nin Savaş Sanatı metninin örtüştüğü pek çok nokta bulunmaktadır. Bu örtüşme, Göktürkler ile Çin’in arasındaki kültürel ilişkiyi göstermesi açısından önemlidir. Bu yazıtlar sadece edebî bir metin ya da tarihî bir belge olarak değil; aynı zamanda ilk askerî stratejik metinlerimiz olarak değerlendirilebilir.
Orta Asya göçebe askeri mirasının akışkan ve sık tekrar edilmesi sonucu meleke haline gelmiş muharebe düzenlerinin ve bunun neticesinde ortaya çıkan komuta kontrol kolaylığının kazanımlarını, Osmanlı İmparatorluğu da klasik dönem sonuna kadar koruyacak ve rakiplerine karşı bir kuvvet çarpanı olarak elde tutacaktır. Tabur cengi adı verilen ve Osmanlı ordusunca özgün olarak geliştirilip başarıyla tatbik edilen muharebe düzeni, yeniçeriler, topçular ve top arabalarının müşterek bir şekilde muharebe etmesi esasına dayanmaktaydı. Günümüz ordularının üzerinde önemle durduğu birlikte çalışabilirlik (interoperability) felsefesinin güzel bir örneği olan bu muharebe düzeninde birbirlerine zincirlerle bağlı savaş arabaları içerisindeki tüfeklerle teçhiz edilmiş yeniçeriler merkezde, piyade yeniçeriler bunların gerisinde, hafif süvari birlikleri ise kanatlarda muharebeye başlardı. Merkezin ilerisinde ise asıl gücü erken fark etmeyi önleyen azap örtme birliği bulunurdu. Düzenin esası ise düşmanın örtme kuvvetiyle erkenden açılıp yayılmasına, asıl birliğinin süvari kuvvetleri ile kuşatılıp sahte geri çekilmelerle merkezdeki yeniçerilerin imha bölgesine kanalize etmeye dayalıydı. Batı’dan Doğu’ya bütün düşmanların yüreklerine korku salan bu muharebe düzeni o denli büyük bir şöhret kazanmıştır ki, düzeni Osmanlı’ya öğreten Macarlar ve Habsburglar bile Osmanlı’nın geliştirdiği şekli taklit etmeye çalışmışlardır.
Modern dünya tarihinde, özellikle de Ortadoğu ve Avrupa söz konusu olduğunda, Osmanlı askeri gücü özel bir yer işgal eder. 14. yy’ın başından 17. yy’ın ortasına dek dünyadaki en yetkin askeri güç olan Osmanlı Ordusu, askeri kurumların, teşkilatlanma usullerinin, teknolojinin ve taktiklerin gelişiminde başı çekti. Bu tarihten sonra batılı silahlı kuvvetler üstünlüğü ele geçirmeye başladı.
18. yy’da Osmanlı Ordusundaki tüm reform çabalarına rağmen İbrahim Müteferrika ve Ahmed Resmi'nin de yerinde tespit ettikleri üzere, asıl sorunu teşkil eden “eğitimli subay eksikliği ve komuta kontrol zafiyeti” gözden kaçmıştır.
20. yüzyılın en yetenekli komutanlarından biri olarak gösterilen Mustafa Kemal Atatürk’ün “askerlik anlayışına bakıldığında, seçkin bir subay olarak komutanlığın ve liderliğin önemli uygulamalarının onun şahsında toplandığı görülür.”
Ulu Önder Atatürk’ün 30 Ağustos Meydan Savaşı ile ilgili şu sözleri bu gerçeği yansıtmaktadır; “Biz, bu harekâtı, sonucunu bütünüyle bilerek yaptık. Bütün bunlar, belki bütün dünyaya hayret verecek niteliktedir. Onun için, ordumuzun kudretini anlamayan ve anlamaktan âciz olanlar, bu çok büyük eseri beklenmedik bir tesadüf eseri gibi göstermek istiyorlar; fakat hiçbir zaman öyle değildir. Harekât bütün ayrıntılarına kadar bütünüyle düşünülmüş, belirlenmiş, hazırlanmış, yönetilmiş ve sonuçlandırılmıştır.”
Tayvan Hava Kuvvetlerinde bir subay olan Meu-Chun Wang, “Mustafa Kemal’in Gelibolu Savaşı’nda Görev Komutanlığı Prensiplerini Kullanımı” adlı bir çalışma yapmış ve bu çalışmasını bir makale olarak yayımlamıştır. Çalışmada, ABD Ordusu Doktrinine (2014) göre “Görev Komutanlığı Prensipleri” kapsamında altı adet prensipten dördü analiz edilmiştir;
1. Komutanın Niyetini Açık Olarak Aktarması:
Mustafa Kemal’in 57. Alay’a yönelik şu emrinin onun bu prensibi başarı ile yerine getirdiğini gösteren örneklerden biri olarak gösterilmiştir: “Size taarruzu emretmiyorum, ölmeyi emrediyorum! Biz ölünceye kadar geçecek zaman içinde yerimize başka güçler ve komutanlar gelebilir”.
2. Ortak Bir Anlayış Oluşturma:
Bu husus sadece komutanın ast birlikleri ile değil aynı zamanda diğer dost birliklerle de oluşturulmalıdır. Gelibolu savaşında Mustafa Kemal çok sayıda birleşik/karma harekât icra etmiştir. Mustafa Kemal farklı birlikleri komuta etmede mükemmeldi. Hangi alay ya da kuvvet olduğu fark etmeksizin, dost birliklerle ortak anlayışı başarı ile tesis etmiştir. “Harbin tasarımı, inanç ve irade ile sanatkârane icrası bir cephe komutanı için, sevk ve idare ettiği en küçük unsur dâhil olmak üzere, muvaffakiyete olan kusursuz bir inanç ve birlikteliğe ihtiyaç gösterir.”
3. Görev Emirlerinin Kullanımı:
Komutanın niyeti ile beraber bu niyete uygun görev emirlerinin verilmesi de son derece önemlidir. Görev emirleri niyete göre daha detaylı ve özeldir. Ancak niyete dayanmalı ve uygun olarak ifade edilmelidir. Mustafa Kemal, karşı-taarruza geçmeden önce emir subayı ile beraber Conkbayırı’nda bizzat keşif faaliyetinde bulunmuş, taktik resmi ve mevcut durumu iyi anlamış, ast birliklerine görev emirlerini vermeden önce etraflıca bilgi toplamıştır. Karşı-taarruzun uygun olduğuna karar verdiğinde ise niyetini ve görev emirlerini basit ve açık olarak astlarına aktarmıştır. Astlarına kendi birliklerini yönetmeleri için fırsat vermiş, detaylı emirler vermemiştir. Onun açık, basit ve anlaşılır olarak niyetini ortaya koyması ve buna göre yine basit, açık ve anlaşılır olarak görev emirlerini vermesi savaşın kazanılmasında etkili olmuştur.
4. Karşılıklı Güvene Dayalı Uyumlu Takımlar Oluşturmak:
Mustafa Kemal’in savaştaki vaziyeti, şartları mükemmel olarak anlaması, tahlil etmesi, gözü kara cesareti onun askerleri ile karşılıklı güvene dayalı güçlü bir bağın oluşmasını sağlamıştır.
Modern Dönemde Komuta Kontrol
Modern Komuta Kontrol düşüncesi ilk kez, General Antoine Henri de Jomini’nin “Savaş Sanatı” (“The Art of War”, Section “The Command of Armies and the Supreme Control of Operations”, 1838) adlı kitabında görülür.
Komuta Kontrol kavramı bir harekât ortamında ilk kez II. Dünya Savaşı sonrasında yaşanan Kore Savaşında kullanılmıştır. ABD Başkanı Harry Truman, General Douglas MacArthur’u Uzak Doğu’daki kuvvetlerin “Komuta Kontrolü” ile görevlendirmiştir. MacArthur, bu görev kapsamında Birleşmiş Milletler kuvvetlerini sevk ve idare etmiştir.
Komutanın sevk ve idare sanatı ve Komuta Kontrol kavramı tarih boyunca teknolojik ilerleme ve ihtiyaçlardan dolayı sürekli gelişme göstermiştir.
Literatürde C2 (Command and Control) olarak bilinen kısaltma, haberleşme teknolojilerinde yaşanan gelişmelerle birlikte önceleri C3 (Command, Control, Communications) olarak, günümüzde ise modern muharebe sahasının ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde C6ISR (Command, Control, Communications, Computers, Cyber-Defense, Combat Systems, Intelligence, Surveillance, Reconnaisance) olarak anılmaya başlanmıştır.
ASELSAN 1990’lı yılların başlarından itibaren, Komuta Kontrol alanında sistem çözümleri geliştirmiştir. Kara sistemleri, hava savunma sistemleri ve deniz sistemleri kapsamında birçok proje yürütülmüş ve sistemler teslim edilerek kullanıma alınmıştır.
Mete Han’dan Atatürk’e ve oradan da günümüz Türk Silahlı Kuvvetlerine kadar uzanan tarihsel süreçte, sevk ve idarenin, komuta kontrolün en güzel örneklerini sergileyen Türk Ordusunu, en gelişmiş ordulara layık şekilde Komuta Kontrol Sistemleri ile donatan ASELSAN olarak bu gururu ordumuzla birlikte yaşıyoruz.
Komuta Kontrolün çok farklı tanımları olmakla beraber genel olarak askeri literatürde aşağıdaki gibi tanımlanmıştır: “Vazifenin yerine getirilmesi için askerî faaliyetlerin planlandığı, yönlendirildiği, koordine, icra ve kontrol edildiği bir süreçtir. Bu süreç; bilgi toplamak ve analiz etmek, yapılacak görevleri planlamak, emirleri yayımlamak ve faaliyetlerin icrasına nezaret etmek için gerekli hususları kapsar.” "Komuta" kelimesi komutanın liderlik vasfını öne çıkaran ve emretme yetkisini ifade eden genel bir anlama sahiptir. "Komuta" kuvvetlerin veya kaynakların vazifenin başarılması için kullanılması, sevk ve idaresi ile faaliyetlerin koordinesini kapsayan yasal ve kurumsal dayanağı olan emretme yetki ve sorumluluklarının bütünüdür. “Kontrol”, yürütülen bir faaliyetin doğru ve uygun olarak icra edilip edilmediğinin denetlenmesi, tahsis edilmiş kuvvetlerin ve kaynakların sevk ve idaresidir. "Kontrol" komutan tarafından kullanılan bir yetki olmakla birlikte, bu yetkinin kullanılmasında komutanın karargâha ihtiyacı vardır. Askeri tarih bilimcilerinin deyimiyle “komuta” sanat, “kontrol” bilimdir. Komutan, bilgisiyle, ileri görüşlülüğüyle, cesaretiyle, iradesiyle, adaletiyle, tutum ve davranışlarıyla, birliğine örnek olan ve sahip çıkan, onu en kritik anlarda dahi peşinden sürükleyerek bu sanatı uygulayan kişidir. Komutan nadiren önceden bestelenmiş besteleri icra eder, komutanlığın sırrı tüm eylemlerinin yeni bir beste kıvamında olmasıdır.
Muharebe sahası idare süreci özünde insan iradesi olması sebebiyle dinamik ve tam olarak tahmin edilemezdir. Muharebe sahası her zaman rasyonel pratiklerle ve bilindik denklemlerle açıklanamaz. Güvenlik ortamı her zaman ayrı ve yepyeni bir ilişkiler kümesi, başka bir esinti ve icra edilen faaliyetler de ilk kez çalınan beste gibidir. Harbin sevk ve idaresi eyleminin sorumlusu olarak her komutan kendi ölçeğinde bilimin ürettiği meslek pratiklerini sanatkârane bir incelik ve titizlikle kullanmak durumundadır. Komuta kontrol; komutanın ne yapılması gerektiğini anlamasını ve ona uygun ne tür önlemler alınması gerektiğini görmesini sağlayan araçtır. Komuta-kontrol bazen, bir harekâtın planlanmasında hareket tarzına karar verme biçiminde kendini gösterir. Bazen, acil eylem tatbikatlarında olduğu gibi, önceden uygulanan bir ön koşullu tepki şeklini alır, böylece komutakontrol tedbirleri bir kriz anında refleks olarak uygulanır. Bazı komuta - kontrol türleri o kadar hızlı ve kesin bir doğrulukla gerçekleşmelidir ki, yalnızca bilgisayarlar yardımıyla gerçekleştirilebilir; uçuş sırasında güdümlü bir füzenin komuta ve kontrolü gibi. Komuta kontrol, komutanın organizasyon, iletişim, liderlik, planlama, karar verme, bilgi yönetimi becerilerini bir arada bulunduran teori ya da teoriler bütünü olarak da ele alınmaktadır.
Komuta Kontrol ve Tarihten Notlar
Komuta Kontrolün sanat boyutunu üzerinde barındıran “komuta” yeteneği; tarihin en ünlü komutanlarını yetiştiren Türk milletinin tabiatı ve gelenekleriyle tamamen örtüşen liderlik sanatıyla anlamını bulmaktadır. Türkler sadece komuta etme sanatı ile ön plana çıkmamıştır; aynı zamanda komuta-kontrol vasıtaları olarak bilinen ve çağının ilerisinde teknik ve usuller geliştirmişler ve savaşlarda başarıyla uygulamışlardır. Teşkilatlanma, planlama, haberleşme ve sevk idare anlamında somutlaşan Komuta Kontrol örneklerinden öne çıkan bazılarına hadi gelin tarihin sayfalarını çevirerek bir göz atalım.
Tarih boyunca “Ordu-Millet” olarak adlandırılan Türkler; başta Asya Kıtası olmak üzere Avrupa ve Afrika dâhil geniş coğrafyalarda çok sayıda devlet kurmuş, çeşitli yabancı kavimler, milletler ve devletler üzerinde hâkimiyet sağlamışlardır. Bozkır yaşantısının hareketli ve güçlü olmayı gerektiren zorlu şartları, Türkleri dayanıklı ve mücadeleci bir millet hâline getirirken güçlü ve iyi teşkilatlanmış ordular kurmalarında da önemli bir etken olmuştur.
Büyük Hun İmparatoru Mete Han tarafından M.Ö. 209 yılında ilk defa teşkilatlı bir ordu kurulmuş ve bu tarih Türk Ordusunun ve Türk Kara Kuvvetlerinin kuruluş tarihi olarak kabul edilmiştir. Mete Han’ın kurduğu ordu 10’lu teşkilat sistemine göre oluşturulmuştur. Türk Ordularına zaferler kazandıran bu teşkilat yapısı, komuta kontrolün en önemli ögelerinden biri olan teşkilatlanma fonksiyonu ile açıklanabilir. Mete Han ile tarih sahnesine çıkan bu teşkilatlanma modeli günümüze kadar uzanan yelpaze içerisinde hüküm süren diğer Türk devletleri ile süregelmiş, özellikle Göktürkler, Uygurlar, Selçuklular ve Osmanlılar döneminde Türk Ordusu dünyanın sayılı ordularından birisi olmuştur. Büyük Hun imparatoru Mete Han disiplinli bir ordu elde etmek amacıyla katı disiplin kuralları koymuş ve birliklerinin sadakatini ölçmek için inanılması güç sınavlar verdirtmiştir. Islık çalan bir ok icat etmiş ve bu oklarla okçu atlı birliklerine eğitim yaptırmıştır. Islık çalan ok haberleşme ve düşman üzerinde korku yaratma amacıyla kullanılmıştır. Büyük Hun İmparatorluğunda haberleşme aracı olarak elçi ve ulakların dışında askeri haberleşmede sembol ve işaretler de kullanılmıştır. Bunlar, bayrak, davul, boru ve oktur. Özelikle orduda, gece davul ve boru, gündüz bayraklar kullanılmıştır. Savaşlarda davul, bayrak ve borularla haberleşme sistemi tarih boyunca Hunlardan Göktürklere onlardan Osmanlı İmparatorluğuna kadar tüm Türk devlet ve imparatorluklarda görülmüştür.
Eski Türk devletlerinin önemli sembolleri arasında yer alan “Savaş alametleri”, aynı zamanda bir savaş aleti idi. Bu alametler savaşlarda çeşitli görevler üstlenmekteydi. Uçlarına atkuyruğu bağlanmış olan tuğlar, savaşta ordu düzeyindeki birliklerin yerlerini ve hareketlerini gösterirken, askerî müzik topluluğu (tuğ takımı), ordunun hareketine bir düzen verirdi. Başkomutan olan hakanın yanında olan ve onun komutlarına göre çalınan “Hakani Kös” de yüksek sesi ile ordunun hareketlerini yönlendiren bir diğer çalgıdır.
Büyük Hun ordusu, Çin ordusunu M.Ö. 203 yılında Pe-teng kalesi çevresinde 400 bin atlıdan oluşan ordusuyla kuşatmıştır. Bu kuşatma esnasında kuzeyde yağız atlılar, batıda ak atlılar, güneyde doru atlılar, doğuda kır atlılar bulunuyordu. Atların dizilişleri Türklerde yönlerin renklerle temsiline uygunluk gösteriyordu. Çünkü eski Türklerde batı ak, doğu gök, kuzey siyah ve güney kırmızı renklerle sembolize ediliyordu. Bu anlayışa uygun olarak atların bu renklere en yakın olanları belirtilen yönlere dizilmişti. Yön ve renklere göre dizilen atlar ve atlılar karışıklığı önlemek, uygulanacak taktikleri başarmak açısından da önem taşıyordu. Bu diziliş şekli içinde bulunulan dönem dikkate alındığında komuta kontrolün mükemmel bir uygulaması olarak kabul edilebilir.
Yazılış itibarıyla dünyanın en eski askerî strateji kitabı olarak kabul edilen Sun Zi’nin Savaş Sanatı eserinin, sadece Çin’de değil, bozkır kavimlerince de bilindiği kabul edilmektedir. Sun Zi’nin başta bozkır kavimleri üzerine yaptığı gözlemler ve dönemin casus raporlarından ve kroniklerinden yola çıkarak oluşturmuş olduğu bu askerî ilkeler, zamanla öğretiye dönüştürülüp askerî okullarda komutan adaylarına bir ders kitabı olarak okutulmuştur. İlerleyen yüzyıllarda kimi önemli filozoflarca da yeni yorumlarla zenginleştirilip günümüzde bir klasik halini almıştır.
Orhun yazıtları, Türklerin bilinen ilk Alfabesi olan Orhun alfabesi ile Göktürkler tarafından yazılmış yapıtlardır. Orhun yazıtları ile Sun Zi’nin Savaş Sanatı metninin örtüştüğü pek çok nokta bulunmaktadır. Bu örtüşme, Göktürkler ile Çin’in arasındaki kültürel ilişkiyi göstermesi açısından önemlidir. Bu yazıtlar sadece edebî bir metin ya da tarihî bir belge olarak değil; aynı zamanda ilk askerî stratejik metinlerimiz olarak değerlendirilebilir.
Orta Asya göçebe askeri mirasının akışkan ve sık tekrar edilmesi sonucu meleke haline gelmiş muharebe düzenlerinin ve bunun neticesinde ortaya çıkan komuta kontrol kolaylığının kazanımlarını, Osmanlı İmparatorluğu da klasik dönem sonuna kadar koruyacak ve rakiplerine karşı bir kuvvet çarpanı olarak elde tutacaktır. Tabur cengi adı verilen ve Osmanlı ordusunca özgün olarak geliştirilip başarıyla tatbik edilen muharebe düzeni, yeniçeriler, topçular ve top arabalarının müşterek bir şekilde muharebe etmesi esasına dayanmaktaydı. Günümüz ordularının üzerinde önemle durduğu birlikte çalışabilirlik (interoperability) felsefesinin güzel bir örneği olan bu muharebe düzeninde birbirlerine zincirlerle bağlı savaş arabaları içerisindeki tüfeklerle teçhiz edilmiş yeniçeriler merkezde, piyade yeniçeriler bunların gerisinde, hafif süvari birlikleri ise kanatlarda muharebeye başlardı. Merkezin ilerisinde ise asıl gücü erken fark etmeyi önleyen azap örtme birliği bulunurdu. Düzenin esası ise düşmanın örtme kuvvetiyle erkenden açılıp yayılmasına, asıl birliğinin süvari kuvvetleri ile kuşatılıp sahte geri çekilmelerle merkezdeki yeniçerilerin imha bölgesine kanalize etmeye dayalıydı. Batı’dan Doğu’ya bütün düşmanların yüreklerine korku salan bu muharebe düzeni o denli büyük bir şöhret kazanmıştır ki, düzeni Osmanlı’ya öğreten Macarlar ve Habsburglar bile Osmanlı’nın geliştirdiği şekli taklit etmeye çalışmışlardır.
Modern dünya tarihinde, özellikle de Ortadoğu ve Avrupa söz konusu olduğunda, Osmanlı askeri gücü özel bir yer işgal eder. 14. yy’ın başından 17. yy’ın ortasına dek dünyadaki en yetkin askeri güç olan Osmanlı Ordusu, askeri kurumların, teşkilatlanma usullerinin, teknolojinin ve taktiklerin gelişiminde başı çekti. Bu tarihten sonra batılı silahlı kuvvetler üstünlüğü ele geçirmeye başladı.
18. yy’da Osmanlı Ordusundaki tüm reform çabalarına rağmen İbrahim Müteferrika ve Ahmed Resmi'nin de yerinde tespit ettikleri üzere, asıl sorunu teşkil eden “eğitimli subay eksikliği ve komuta kontrol zafiyeti” gözden kaçmıştır.
20. yüzyılın en yetenekli komutanlarından biri olarak gösterilen Mustafa Kemal Atatürk’ün “askerlik anlayışına bakıldığında, seçkin bir subay olarak komutanlığın ve liderliğin önemli uygulamalarının onun şahsında toplandığı görülür.”
Ulu Önder Atatürk’ün 30 Ağustos Meydan Savaşı ile ilgili şu sözleri bu gerçeği yansıtmaktadır; “Biz, bu harekâtı, sonucunu bütünüyle bilerek yaptık. Bütün bunlar, belki bütün dünyaya hayret verecek niteliktedir. Onun için, ordumuzun kudretini anlamayan ve anlamaktan âciz olanlar, bu çok büyük eseri beklenmedik bir tesadüf eseri gibi göstermek istiyorlar; fakat hiçbir zaman öyle değildir. Harekât bütün ayrıntılarına kadar bütünüyle düşünülmüş, belirlenmiş, hazırlanmış, yönetilmiş ve sonuçlandırılmıştır.”
Tayvan Hava Kuvvetlerinde bir subay olan Meu-Chun Wang, “Mustafa Kemal’in Gelibolu Savaşı’nda Görev Komutanlığı Prensiplerini Kullanımı” adlı bir çalışma yapmış ve bu çalışmasını bir makale olarak yayımlamıştır. Çalışmada, ABD Ordusu Doktrinine (2014) göre “Görev Komutanlığı Prensipleri” kapsamında altı adet prensipten dördü analiz edilmiştir;
1. Komutanın Niyetini Açık Olarak Aktarması:
Mustafa Kemal’in 57. Alay’a yönelik şu emrinin onun bu prensibi başarı ile yerine getirdiğini gösteren örneklerden biri olarak gösterilmiştir: “Size taarruzu emretmiyorum, ölmeyi emrediyorum! Biz ölünceye kadar geçecek zaman içinde yerimize başka güçler ve komutanlar gelebilir”.
2. Ortak Bir Anlayış Oluşturma:
Bu husus sadece komutanın ast birlikleri ile değil aynı zamanda diğer dost birliklerle de oluşturulmalıdır. Gelibolu savaşında Mustafa Kemal çok sayıda birleşik/karma harekât icra etmiştir. Mustafa Kemal farklı birlikleri komuta etmede mükemmeldi. Hangi alay ya da kuvvet olduğu fark etmeksizin, dost birliklerle ortak anlayışı başarı ile tesis etmiştir. “Harbin tasarımı, inanç ve irade ile sanatkârane icrası bir cephe komutanı için, sevk ve idare ettiği en küçük unsur dâhil olmak üzere, muvaffakiyete olan kusursuz bir inanç ve birlikteliğe ihtiyaç gösterir.”
3. Görev Emirlerinin Kullanımı:
Komutanın niyeti ile beraber bu niyete uygun görev emirlerinin verilmesi de son derece önemlidir. Görev emirleri niyete göre daha detaylı ve özeldir. Ancak niyete dayanmalı ve uygun olarak ifade edilmelidir. Mustafa Kemal, karşı-taarruza geçmeden önce emir subayı ile beraber Conkbayırı’nda bizzat keşif faaliyetinde bulunmuş, taktik resmi ve mevcut durumu iyi anlamış, ast birliklerine görev emirlerini vermeden önce etraflıca bilgi toplamıştır. Karşı-taarruzun uygun olduğuna karar verdiğinde ise niyetini ve görev emirlerini basit ve açık olarak astlarına aktarmıştır. Astlarına kendi birliklerini yönetmeleri için fırsat vermiş, detaylı emirler vermemiştir. Onun açık, basit ve anlaşılır olarak niyetini ortaya koyması ve buna göre yine basit, açık ve anlaşılır olarak görev emirlerini vermesi savaşın kazanılmasında etkili olmuştur.
4. Karşılıklı Güvene Dayalı Uyumlu Takımlar Oluşturmak:
Mustafa Kemal’in savaştaki vaziyeti, şartları mükemmel olarak anlaması, tahlil etmesi, gözü kara cesareti onun askerleri ile karşılıklı güvene dayalı güçlü bir bağın oluşmasını sağlamıştır.
Modern Dönemde Komuta Kontrol
Modern Komuta Kontrol düşüncesi ilk kez, General Antoine Henri de Jomini’nin “Savaş Sanatı” (“The Art of War”, Section “The Command of Armies and the Supreme Control of Operations”, 1838) adlı kitabında görülür.
Komuta Kontrol kavramı bir harekât ortamında ilk kez II. Dünya Savaşı sonrasında yaşanan Kore Savaşında kullanılmıştır. ABD Başkanı Harry Truman, General Douglas MacArthur’u Uzak Doğu’daki kuvvetlerin “Komuta Kontrolü” ile görevlendirmiştir. MacArthur, bu görev kapsamında Birleşmiş Milletler kuvvetlerini sevk ve idare etmiştir.
Komutanın sevk ve idare sanatı ve Komuta Kontrol kavramı tarih boyunca teknolojik ilerleme ve ihtiyaçlardan dolayı sürekli gelişme göstermiştir.
Literatürde C2 (Command and Control) olarak bilinen kısaltma, haberleşme teknolojilerinde yaşanan gelişmelerle birlikte önceleri C3 (Command, Control, Communications) olarak, günümüzde ise modern muharebe sahasının ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde C6ISR (Command, Control, Communications, Computers, Cyber-Defense, Combat Systems, Intelligence, Surveillance, Reconnaisance) olarak anılmaya başlanmıştır.
ASELSAN 1990’lı yılların başlarından itibaren, Komuta Kontrol alanında sistem çözümleri geliştirmiştir. Kara sistemleri, hava savunma sistemleri ve deniz sistemleri kapsamında birçok proje yürütülmüş ve sistemler teslim edilerek kullanıma alınmıştır.
Mete Han’dan Atatürk’e ve oradan da günümüz Türk Silahlı Kuvvetlerine kadar uzanan tarihsel süreçte, sevk ve idarenin, komuta kontrolün en güzel örneklerini sergileyen Türk Ordusunu, en gelişmiş ordulara layık şekilde Komuta Kontrol Sistemleri ile donatan ASELSAN olarak bu gururu ordumuzla birlikte yaşıyoruz.